Hayatımın bir döneminde, Baltık kıyısında yer alan küçük bir ülkeyi keşfetmeye merak sarmıştım. Haritada bakınca, upuzun bir listenin sonunda yer alır gibi duran Estonya, sanki sessiz bir kasabanın içinden geçen durgun bir nehir gibiydi. Zamanla bu ülkenin dili olan Estonca hakkında bir şeyler duydukça, o sessiz nehirde yavaş yavaş su seviyesinin yükseldiğini hissettim. O andan itibaren, Estonca’yı sadece bir dil olarak değil, bir kültürün ruhunu taşıyan bir kanal olarak görmeye başladım.
Ma olen õnnelik.
Ben mutluyum.
Örnek Diyalog: Kui küsid, kuidas mu päev läks, siis vastan ausalt Ma olen õnnelik.
Türkçe: Eğer nasıl geçtiğini sorarsan, günümün, o zaman dürüst bir şekilde yanıtlıyorum Mutluyum.
Mul on kurb meel.
Benim burada hoş bir yerim var.
Örnek Diyalog: Vabandust, ma hilinen, mul on kurb meel, et pidin sind ootama.
Türkçe: Özür dilerim, geç kaldığım için üzgünüm, seni beklettiğim için kahroluyorum.
Ma tunnen rõõmu.
Ben mutluluk hissediyorum.
Örnek Diyalog: Ma tunnen rõõmu sellest, et nii paljud sõbrad saavad täna õhtul kokku tulla.
Türkçe: Bugün akşam bu kadar çok arkadaşın bir araya gelebilmesinden dolayı mutluluk duyuyorum.
Mul on igav.
Canım sıkılıyor.
Örnek Diyalog: Pöördudes sõbra poole, ohkas Kati: Mul on igav, lähme õue jalutama?
Türkçe: Arkadaşına dönerek Kati içini çekti: Canım sıkıldı, dışarıya yürüyüşe çıkalım mı?
Ma olen väsinud.
Ben yorgunum.
Örnek Diyalog: Kui koju jõudsime, ütles ta mulle murelikult: Ma olen väsinud ja lähen puhkan natuke.
Türkçe: Eve vardığımızda endişeli bir şekilde bana şöyle dedi: Yorgunum ve biraz dinlenmeye gidiyorum.
Mind häirib see.
Bu beni rahatsız ediyor.
Örnek Diyalog: Mind häirib see, kui inimesed kõnelevad valju häälega raamatukogus.
Türkçe: Kütüphanede insanların yüksek sesle konuşmaları beni rahatsız ediyor.
Ma olen põnevil.
Heyecanlıyım.
Örnek Diyalog: Täna õhtul toimub kontsert, ja ma olen põnevil, et seda näha saan.
Türkçe: Bugün akşam bir konser var ve onu görebilecek olmaktan dolayı heyecanlıyım.
Mul on hirm.
Korkuyorum.
Örnek Diyalog: Kui ma kuulen öösel imelikke hääli, siis mul on hirm.
Türkçe: Geceleyin garip sesler duyduğumda korkarım.
Ma ei ole kindel.
Emin değilim.
Örnek Diyalog: Kas sa tead, kas homme sajab vihma? Ma ei ole kindel.
Türkçe: Acaba yarın yağmur yağacak mı biliyor musun? Emin değilim.
Ma olen pettunud.
Hayal kırıklığına uğradım.
Örnek Diyalog: Ma olen pettunud, et sa ei öelnud mulle tõtt juba algusest peale.
Türkçe: Baştan beri bana doğruyu söylemediğin için hayal kırıklığına uğradım.
Mulle meeldib see.
Bunu beğeniyorum.
Örnek Diyalog: Mulle meeldib see, kuidas sa oma eesmärkide nimel nii järjekindlalt töötad.
Türkçe: Hedeflerine bu kadar kararlılıkla çalışmandan hoşlanıyorum.
See on tüütu.
Bu sıkıcı.
Örnek Diyalog: Ma proovisin tund aega printerit parandada, aga see jama ei saa kuidagi korda see on tüütu.
Türkçe: Bir saat boyunca yazıcıyı tamir etmeye çalıştım ama bu işe yaramaz şey bir türlü düzelmiyor bu can sıkıcı.
Ma olen nii elevil!
Çok heyecanlıyım!
Örnek Diyalog: Kui ma kuulsin, et saime kontserdipiletid, hüüdsin ma rõõmust: Ma olen nii elevil!
Türkçe: Konsere biletleri aldığımızı duyduğumda sevinçle haykırdım: Çok heyecanlıyım!
Ma armastan sind.
Seni seviyorum.
Örnek Diyalog: With a gentle smile, he took her hand, looked deeply into her eyes, and whispered, Ma armastan sind.
Türkçe: Nazik bir gülümsemeyle elini tuttu, gözlerinin içine derinden baktı ve fısıldadı, Seni seviyorum.
Ma igatsen sind.
Seni özlüyorum.
Örnek Diyalog: Kui telefonikõne lõpetades ütles ta vaikselt, Ma igatsen sind.
Türkçe: Telefon görüşmesini bitirirken ona hafifçe, Seni özledim, dedi.
See teeb mulle haiget.
Bu bana zarar veriyor.
Örnek Diyalog: Kui sa seda teed, siis see teeb mulle haiget.
Türkçe: Eğer bunu yaparsan, bu beni incitir.
Ma olen üllatunud.
Ben şaşırdım.
Örnek Diyalog: Kui ta kuulis uudiseid, sosistas ta endamisi: Ma olen üllatunud.
Türkçe: Haberleri duyunca kendi kendine fısıldadı: Şaşkınım.
Ma tunnen end jõuetuna.
Kendimi güçsüz hissediyorum.
Örnek Diyalog: Ma tunnen end jõuetuna, kui mõtlen selle üle, kuidas maailma probleeme lahendada.
Türkçe: Dünyanın sorunlarını nasıl çözebileceğimi düşündüğümde kendimi güçsüz hissediyorum.
Ma olen tänulik.
Ben minnettarım.
Örnek Diyalog: Kui Maria tõi mulle sünnipäevakingiks raamatu, ütlesin ma siiralt: Ma olen tänulik.
Türkçe: Maria bana doğum günü hediyesi olarak bir kitap getirdiğinde içtenlikle şunu söyledim: Minnettarım.
Ma vihkan seda.
Ben bunu nefret ediyorum.
Örnek Diyalog: Mari tõmbas kapuutsi sügavamale pähe ja pomises endamisi: Ma vihkan seda, kui vihma sajab just siis, kui ma välja pean minema.
Türkçe: Mari kapüşonunu daha sıkı başına çekip kendi kendine mırıldandı: Tam dışarı çıkmam gerektiğinde yağmur yağmasından nefret ediyorum.
See ajab mind naerma.
Bu cümle Eesti keelinde Estonya dili) ve doğrudan bir anlamı yokmuş gibi görünüyor. Türkçe karşılığına dönüştürmeye çalıştığımızda, kelime kelime veya doğrudan anlamını vermeyi deneyebiliriz. Ancak cümle bir anlam ifade etmiyorsa, Türkçeye çeviremeyiz. Ayrıca See ajab mind naerma cümlesi doğru bir eşdeğer içermiyorsa veya anlamsızsa, bir çeviri sunulamaz.
Örnek Diyalog: See ajab mind naerma, kui sa proovisid koera kostüümi selga panna ja ta jooksis minema, saba liputades.
Türkçe: Seni kostüm giydirmeye çalıştığın zaman kaçıp giderken kuyruğunu sallayarak uzaklaştığında, bu beni çok güldürdü.
See paneb mind mõtlema.
Bu beni düşündürüyor.
Örnek Diyalog: Kui vaatan tähti, ütled sa alati See paneb mind mõtlema meie universumi lõpmatusele.
Türkçe: Yıldızlara baktığımda, sen her zaman söylersin Bu, beni evrenimizin sonsuzluğu üzerine düşünmeye sevk ediyor.
Ma olen segaduses.
Ben kafam karışık.
Örnek Diyalog: Kuulates keerulist loengut, sosistas üliõpilane kõrval istuvale sõbrale: Ma olen segaduses.
Türkçe: Komplike bir dersi dinlerken öğrenci yanında oturan arkadaşına fısıldadı: Kafam karıştı.
Ma tunnen end halvasti.
Kendimi kötü hissediyorum.
Örnek Diyalog: Kui saabusin koju pärast pikka tööpäeva, vaatasin peeglisse ja ütlesin endale: Ma tunnen end halvasti.
Türkçe: Uzun bir iş gününden sonra eve geldiğimde aynaya baktım ve kendime dedim ki: Kendimi kötü hissediyorum.
Ma ei saa aru.
Anlamıyorum.
Örnek Diyalog: Kuulasin hoolikalt, kuid pidin ikkagi tunnistama Ma ei saa aru, mida sa üritad öelda.
Türkçe: Dikkatlice dinledim ama yine de itiraf etmeliyim Ne demek istediğini anlayamıyorum.
Kas sa oled kurb?
Sana bir şey mi oldu?
Örnek Diyalog: Kui ma sulle lähenesin, küsisin mahe häälega: Kas sa oled kurb?
Türkçe: Eğer yanına yaklaşıp, yumuşak bir sesle sorsaydım: Üzgün müsün?
Mida sa tunned?
Ne hissediyorsun?
Örnek Diyalog: Kui ta oma sõbra käest uuris Mida sa tunned? märkas ta, et sõbra nägu muutus tõsisemaks.
Türkçe: Arkadaşına sorduğunda Ne hissediyorsun? arkadaşının yüz ifadesinin ciddileştiğini fark etti.
Ma olen väga ärritunud.
Çok sinirliyim.
Örnek Diyalog: Kui Mari küsis, kuidas mul täna läheb, vastasin ausalt: Ma olen väga ärritunud.
Türkçe: Mari bana bugün nasıl olduğumu sorduğunda, dürüstçe yanıtladım: Çok sinirliyim.
Ma kardan pimedust.
Kar havasında gözlerim kamaşıyor.
Örnek Diyalog: While sitting by the campfire, Anu whispered to Mark, Ma kardan pimedust, it feels like the night embraces me with its quiet mystery.
Türkçe: Kamp ateşinin yanında otururken, Anu Mark'a fısıldadı, Ma kardan pimedust, sanki gece beni sessiz gizemiyle kucaklıyor gibi hissettiriyor.
Ma ootan sind.
Seni bekliyorum.
Örnek Diyalog: Helista kui jõuad, ma ootan sind väljaspool kino.
Türkçe: Ulaştığında ara, seni sinemanın dışında bekliyorum.
Mul on külm.
Bende kül var.
Örnek Diyalog: Kui Mari astus lumisele õuele, väristas ta ja ütles: Mul on külm.
Türkçe: Mari karlı avluya adım attığında titredi ve şöyle dedi: Üşüyorum.
Mul on palav.
Benim canım sıkılıyor.
Örnek Diyalog: Kui ma pärast jooksuringi lõpetasin, ütlesin sõbrale hingeldades: Mul on palav.
Türkçe: Koşu turunu bitirdikten sonra nefes nefese arkadaşıma dedim ki: Benim sıcakım var.
Ma olen näljane.
Ben açım.
Örnek Diyalog: He turned to his friend and said with a weary voice, Ma olen näljane, can we grab something to eat?
Türkçe: Arkadaşına dönüp yorgun bir sesle şöyle dedi: Ma olen näljane, bir şeyler yiyebilir miyiz?
Ma olen januine.
Susadım.
Örnek Diyalog: Pärast pikka jalutuskäiku ütles ta sõbrale: Ma olen januine; kas läheksime midagi jooma?
Türkçe: Uzun bir yürüyüşten sonra arkadaşına dedi ki: Susadım; bir şeyler içmeye gider miyiz?
Kas sa tunned end paremini?
Kendini daha iyi hissediyor musun?
Örnek Diyalog: Kas sa tunned end paremini pärast puhkust?
Türkçe: Tatilden sonra kendini daha iyi hissediyor musun?
Ma olen lootusrikas.
Ben umutluyum.
Örnek Diyalog: Vaadates tööintervjuu kutset, naeratas Kert ja mõtiskles: Ma olen lootusrikas, see võib olla uue alguse algus.
Türkçe: İş görüşmesi davetini gördüğünde Kert gülümsedi ve düşündü: Umutluyum, bu yeni bir başlangıcın başlangıcı olabilir.
See on kohutav.
Bu korkunç.
Örnek Diyalog: Kui Jüri filmi lõppu nägi, ohkas ta sügavalt ja ütles: See on kohutav.
Türkçe: Jüri filmin sonunu gördüğünde derin bir oh çekti ve dedi ki: Bu korkunç.
Mulle ei meeldi see.
Bunu sevmedim.
Örnek Diyalog: Mulle ei meeldi see, kuidas ta alati hiljaks jääb.
Türkçe: Onun her zaman geç kalmasını sevmiyorum.
Mul on piinlik.
Utanıyorum.
Örnek Diyalog: Vabandust, et hilinesin koosolekule mul on piinlik, et ma ei arvestanud liiklusummiku võimalusega.
Türkçe: Özür dilerim, toplantıya geç kaldım trafik sıkışıklığı ihtimalini göz önünde bulundurmadığım için utandım.
See on hämmastav!
Bu şaşırtıcı!
Örnek Diyalog: Vaadates öötaevasse säravat tähesadu, ei suutnud Marie end tagasi hoida ja hüüatas vaimustusega: See on hämmastav!
Türkçe: Marie, gece gökyüzünde parlayan yıldız yağmuruna bakarken kendini tutamadı ve heyecanla haykırdı: Bu şaşırtıcı!
Ma tunnen end üksikuna.
Kendimi yalnız hissediyorum.
Örnek Diyalog: Mul on kurb kuulda, et sa ütled Ma tunnen end üksikuna aga ma olen siin sinu jaoks.
Türkçe: Kalbim acı içinde ve dedi ki Kendimi yalnız hissediyorum ama ben buradayım senin için.
Kas sul on valus?
Kas kolun ağrıyor?
Örnek Diyalog: Kui Mari komistades kukkus, küsis tema sõber murelikult: Kas sul on valus?
Türkçe: Mari düşerken arkadaşı endişeyle sordu: Acın var mı?
Ma olen täis energiat.
Ben enerji doluyum.
Örnek Diyalog: Kuigi kell on alles kuus hommikul, tunnen ma, et ma olen täis energiat valmis päeva alustama.
Türkçe: Her ne kadar saat henüz altı sabah olsa da, kendimi enerji dolu hissediyorum ve güne başlamaya hazırım.
See on kena.
Bu hoş.
Örnek Diyalog: Vaadates välja aken, märkas ta päikeseloojangut ja ohkas, See on kena.
Türkçe: Pencereden dışarıya bakarken güneş batışını fark etti ve iç çekerek, Bu güzel. dedi.
Kas sulle meeldib see?
Bu hoşuna gitti mi?
Örnek Diyalog: Kas sulle meeldib see, kui me läheme nädalavahetusel matkama?
Türkçe: Hafta sonu yürüyüşe çıktığımızda hoşuna gider mi?
Ma lähen närvi.
Sinirli değilim.
Örnek Diyalog: Ma lähen närvi, kui mu arvuti jälle ootamatult välja lülitub.
Türkçe: Bilgisayarım yine beklenmedik bir şekilde kapanırsa sinir oluyorum.
Sa oled mu mõtetes.
Sen benim düşüncelerimdesin.
Örnek Diyalog: Kuigi me oleme kaugel üksteisest, sa oled mu mõtetes iga päev.
Türkçe: Birbirimizden uzak olsak da, her gün aklımdasın.
Mul on hea meel sind näha.
Seni görmekten mutluyum.
Örnek Diyalog: Tere, kaua ei ole näinud mul on hea meel sind näha!
Türkçe: Merhaba, uzun zamandır görüşemedik seni görmekten çok mutluyum!
Ma vajan abi.
Ben de gitmem gerek.
Örnek Diyalog: Hearing her friend's concerned tone, Lisa quickly responded, Ma vajan abi; what's wrong, can I help you?
Türkçe: Arkadaşının endişeli ses tonunu duyunca, Lisa hızla yanıtladı, Ma vajan abi; neyin var, sana yardım edebilir miyim?
See on armas.
Bu sevimli.
Örnek Diyalog: Vaadates üle aias õitseva kirsi, ohkas ta sügavalt: See on armas.
Türkçe: Bahçedeki çiçek açan kiraz ağacına bakarken derin bir oh çekti ve dedi ki: Bu çok güzel.
Ma olen rahul.
Ben memnunum.
Örnek Diyalog: Kui küsisid, kuidas mul läheb, siis vastan ausalt ma olen rahul.
Türkçe: Eğer nasıl olduğumu sorarsanız, dürüstçe cevap vereyim ben mutluyum.
Hayatımın bir döneminde, Baltık kıyısında yer alan küçük bir ülkeyi keşfetmeye merak sarmıştım. Haritaya göz gezdirince sanki upuzun bir liste sıralanmış da, en sonunda mütevazı ve dingin bir satır olarak Estonya yer alıyormuş gibi hissediyordum. Yakın bir arkadaşımın tavsiyesiyle, bir gün bu ülke hakkında küçük bir araştırma yapmaya başladım. Aslında niyetim birkaç seyahat yazısını okumak, belki birkaç fotoğraf incelemek ve kütüphanedeki ansiklopedilerden Estonya’nın tarihine dair ufak notlar almakla sınırlıydı. Fakat her sayfada, her satırda, Estonca dilinin ne kadar ilginç bir ritme ve renge sahip olduğunu fark ettikçe, sanki içimde sessiz bir nehir kıpırdanmaya başladı. İşte bu nehir, beni yıllar sürecek bir merak yolculuğuna sürükledi.
Kimilerine göre Estonya, Baltık bölgesinin en sessiz yeşiline sahip ülkelerinden biri. Sessizlik derken kastettiğim, insanların duygularını sakladığı bir yer olması değil. Aksine, Estonya kültürü öyle incelikli ki, duygular saklanmak yerine sanki yumuşak bir sis perdesi arkasından yavaşça süzülüyor. Dil konusunda merakım kabardıkça, bu sis perdesinin ardındaki renkleri daha net görebilmek için kelimelerin anlamlarına, telaffuzlarına, gündelik yaşamdaki ifadelerine ve kültürel nüanslarına odaklanmaya başladım. Günün birinde fark ettim ki, Estonca sadece kelimelerden ibaret değil; ülkenin tarihini, ruhunu ve coğrafyasının dinginliğini de kucaklayan bir anlatıya sahipti.
Giriş: İlk Karşılaşmalar ve O Sessiz Nehir
Seyahat planlamak, uçak bileti bakmak ya da turistik rotaları incelemek o dönemde çok ilgimi çekmiyordu. Aklımın bir köşesinde sürekli şu soru vardı: “Acaba Estonca nasıl bir dildir? Renkleri, sesleri, tonlamaları nasıldır?” Yıllar önce kütüphanede rastladığım bir dergide “Estonca Folklorik İfadeler” başlıklı küçük bir bölüm okumuştum. Sayfalardan birinde Ma olen rõõmus (Ben mutluyum) gibi basit bir cümle gözüme çarpınca, içimi saran sıcaklığı hâlâ hatırlıyorum. Bu cümleyi doğru telaffuz edebilmek için günlerce sesimi bir kaydediciye okuyup durdum. O zamanki telaffuz kayıtlarımı bir dipnot gibi saklıyorum; çünkü her dinlediğimde bir zaman makinesiyle geçmişe dönmüş gibi oluyorum. Orada, kelimeleri yuvarlayarak söylemeye çalışırkenki hevesim, beni hâlâ gülümsetiyor.
İlk başta Estonca hakkında pek bir şey bilmiyordum. Hatta nereden başlamam gerektiğini de kestiremiyordum. İnternette Estonca üzerine ciddi anlamda kaynak yok denecek kadar azdı. Arkadaşlarımdan gülümseyerek duyduğum “Aman canım, Estonca ne kadar zor olabilir ki?” sözleri beni hem cesaretlendirdi hem de içten içe biraz korkuttu. Zor mu olacaktı? Kolay mı olacaktı? Bilmiyordum. Ama aklımda tek bir düşünce vardı: Bu küçük ülkenin tınısına kendimce bir kapı aralamak ve oradan içeri bakmak. Her yeni kelimede sanki kendi içimde, sessiz bir kasabanın içinden akıp giden durgun nehir biraz daha derinleşiyordu.
Böylece minik adımlarla Estoncayla tanışmaya başladım. Önce basit selamlaşmaları öğrendim. “Merhaba”nın Estoncadaki karşılığına Tere diyebiliriz. Yazılışı oldukça yalın görünse de, duyduğumda kulağa hafif pürüzsüz, neredeyse şarkımsı bir nota gibi geliyordu. Tere! ifadesini Estonların ağzından canlı canlı işitmek, bana ülkenin serin ormanlarında geziniyormuş gibi hissettiriyordu. Sonra “Teşekkür ederim” demek için Aitäh kelimesini keşfettim. Telaffuzu kabaca [aytäh] şeklinde yapılabilir. Bu kelime bold halinde şöyle dursun: Aitäh. Ve tabii “Hoşça kal” demek için Head aega ifadesini de duydum. Belki yazılışta uzun görünmeyebilir, ama orijinal telaffuzda sanki “he-ätäga” gibi tatlı bir vurguyla söylenir. Bu tür ufak ilginç ses oyunları Estoncanın tınısını benim için daha da çekici kılıyordu.
Zaman ilerledikçe, hafıza defterime notlar düşmeye başladım. Ma olen rõõmus (Ben mutluyum), Ma olen kurb (Ben üzgünüm), Minu nimi on… (Benim adım…), Kuidas läheb? (Nasılsın?) gibi kalıplar defterimin ilk sayfalarını dolduruyordu. Her cümlenin altına, anlamlarını ve hatta kendi çapımda bir telaffuz rehberi ekliyordum. Örneğin “rõõmus” kelimesindeki “õ” sesini çıkarabilmek için ağzımı, Türkçedeki “ö” ile “ı” arası bir konuma getirerek denemeler yapıyordum. Bu anların bazısı komikti: Ayna karşısında yüzümü buruşturup durduğum için ev arkadaşım “Ne yapıyorsun sen?” diye şaşkınlıkla sorardı. Ama ne kadar garip görünürse görünsün, Estoncanın seslerini özümsedikçe, doğru tınıyı yakaladığım anlardaki mini zaferler beni mutlu ediyordu.
Gelişme: Dilin Duygusal ve Kültürel Katmanları
Zaman geçtikçe Estonca benim için sadece bir dil olmanın ötesine geçti. Duyguları ifade etme biçimleri, günlük konuşmadaki tevazu ve kültürel yansımalar, her biri gözümde ayrı bir değere kavuştu.
Duyguların İfadesi
Estoncada duyguları dile getirmek ilginç bir deneyim. Türkçede mutlu, üzgün, heyecanlı gibi kavramları çoğu zaman kısa ve net cümlelerle ifade ederiz: “Mutluyum”, “Üzgünüm”, “Heyecanlıyım.” Oysa Estoncada bu cümlelerin altında ince bir sessizlik, bir saygı ve hatta doğanın ritmine uyum sezdim. Örneğin ben “Ben mutluyum” demek yerine Ma olen rõõmus dediğimde, belki kulağa basit geliyor ama bu kelimedeki rõõmus ifadesi öyle bir vurguyla söyleniyor ki, sadece bir mutluluk hali değil, aynı zamanda dingin bir memnuniyet de yansıtıyor.
Öte yandan Ma olen kurb dendiğinde, bu da “Üzgünüm”ün ötesinde, hafif bir hüzünle kabullenme hissi veriyor. Sanki kişi üzüntüsünü derinlemesine yaşıyor ama abartılı bir şekilde dışa vurmaktan kaçınıyor. Yıllar önce bir Eston arkadaşım bana bu ifadeleri kullanırken, “Biz duygularımızı yüksek sesle anlatmayı pek tercih etmeyiz, bu da geçmişimizden, iklimimizden ve durgun göllerimizden miras belki,” demişti. O an anladım ki, dil dediğimiz şey yalnızca kelimelerin dizilişi değil, aynı zamanda bir coğrafyanın, bir tarihin ve bir dünya görüşünün yansıması.
Estonca Deyimler ve Metaforlar
Estoncanın derinlerine indikçe, atasözleri ve deyimler beni bambaşka bir kültürel deryaya çekti. Estonların doğayla güçlü bir bağı olması, deyimlerine de yansımış. Kimi zaman orman, toprak, rüzgâr ve su öğeleri üzerinden yapılan benzetmeler gördüm. Örneğin:
- “Kes kuulab vett, see kuuleb maad.” (Suyu dinleyebilen, toprağı da dinler.)
- Bu deyim, doğanın iç seslerine dikkat eden kişinin, aslında yaşamın bütününü kavrayacağını ifade ediyor.
- “Kui üksi seisad metsas, kuuled iseennast.” (Ormanda yalnız durduğunda, kendini işitirsin.)
- Bu ifade de Estonların içsel yolculuğa ve sakinliğe verdiği önemi anlatıyor.
Eston arkadaşlarımdan duyduğum bu deyimlerin tam karşılığını Türkçede bulmak çoğu zaman zor oluyor. Çünkü özel bir ruh hali ve yansıma barındırıyorlar. Ancak anafikri sezdiğimde, sanki içimdeki o durgun nehirde suyun berraklaştığını hissediyor, kelimelerin ötesine geçebiliyordum.
Nezaket İfadeleri
Estonca öğrenirken fark ettiğim bir diğer şey de, nezaket ifadelerinin ve yumuşak geçişlerin çok önemli oluşuydu. Günlük yaşamda insanlar birbirleriyle konuşurken yüksek ses tonundan kaçınır, palun (lütfen) kelimesini sıkça kullanırlar. Tänan (Bu da “Teşekkür ediyorum” anlamında, “aitäh” yerine daha formal bir ifade denebilir) kelimesiyle karşılaşınca, Estonların teşekkür etme biçimlerinin çeşitliliğine hayran kalmıştım.
Ben de bir ara “Estonca deyimlerin çeşitlenmesi mi, yoksa başka bir şey mi var?” diye kendi kendime düşünürdüm. Sonra, “tänan” kelimesinin biraz daha resmi, “aitäh” kelimesinin ise daha sıcak ve samimi bir atmosferde kullanıldığını gördüm. Böylece *küçük* bir kelimenin bile ortama göre farklı titreşimler taşıyabileceğini öğrendim.
Gündelik Hayatta İşe Yarayabilecek Basit İfadeler
Sıfırdan başladığımızı düşünürsek, Estonca konuşma pratiklerinde şu tür basit kalıplar işinize yarayabilir:
Tere hommikust: Günaydın (Kelime kelime çevirisi yaparsak “Tere” selam, “hommikust” sabahla ilgili çekim; böylece “Sabah selamı” gibi düşünülebilir.)
Tere õhtust: İyi akşamlar
Head ööd: İyi geceler
Kuidas sul läheb?: (Nasıl gidiyor?/Nasılsın?) – Burada “sul” ifadesi “sana” anlamına gelen bir çekimdir.
Vabandust: Afedersin / Özür dilerim
Pole probleemi: Sorun değil (daha gündelik ve samimi bir kalıp)
Ma ei saa aru: Anlamıyorum
Kas te räägite inglise keelt?: İngilizce konuşuyor musunuz? (Bazı ortamlarda kurtarıcı olabilir.)
İnsan bu ifadeleri günlük hayatında kullanmasa bile, telaffuzunu çalışmak bile insana keyif veriyor. Özellikle õ gibi Estoncaya özgü sesler üzerinde durmak, dilin müziğini keşfetmek için adeta bir kapı aralıyor.
Küçük Bir Durak: Estoncanın Dilbilgisi Dünyası
Estoncanın Finceyle akraba olduğunu duymuş olabilirsiniz. Her ikisi de Ural Dil Ailesi’ne mensup, Fin-Ugor grubuna ait dillerdir. Dolayısıyla Türkçe öğrenen biri olarak, Estoncaya geçiş yapmak ilk başta bayağı bir farklı gelebilir. Çünkü Estoncada da eklemeli özellikler var ama çekimler ve ek varyasyonları Türkçeden daha farklı bir düzende işliyor.
Örneğin “Minu” kelimesi “Benim” anlamına gelir. Fakat sahiplik veya duruma göre kelimenin yapısı değişebilir. Ayrıca Estoncada cinsiyet ayrımı yoktur, yani “o” kelimesi tema şeklinde geçer, ancak bu hem erkek hem kadın için kullanılabilir. Bu aslında Türkçeye oldukça benziyor; biz de “o” derken cinsiyet ayırmayız. Dolayısıyla bu bakımdan Estonca bize düşünüldüğünden daha sıcak veya aşina gelebilir.
Eklerin kullanımına gelince, Estoncada 14 civarında hâl bulunur. Türkçede altı-yedi hâl sayarken Estoncada bu sayı oldukça yüksek. İlk duyduğumda gözüm korkmuştu, “Nasıl öğreneceğim ben 14 hâli?” diye. Hâlbuki zamanla anladım ki, pratikle ve kelimeleri cümle içinde bolca görmekle bu hâller birer birer zihninizde doğal bir yer etmeye başlıyor. Eston arkadaşım “Dillerdeki kurallar, günlük hayatın akışı içerisinde öğrenildiğinde daha kolay yerleşir,” derdi. O yüzden cümleleri diyaloglarda, hikâyelerde görmek, tek tek kuralları okumaktan kat kat daha keyifli geldi bana.
İşte bu noktada ufak bir numaralı liste yapmak iyi olabilir:
1- Temel kelimelerden başlayın: Tere, Aitäh, Palun, Ma olen... gibi ifadelerle kulak aşinalığı kazanın.
2- Duygulara yoğunlaşın: Rõõmus, kurb, väsinud (yorgun) gibi kelimeleri farklı bağlamlarda kullanmaya çalışın.
3- Basit cümle kurun: Ma olen rõõmus, sest ilm on ilus. (Mutluyum, çünkü hava güzel.)
4- Hâl eklerini korkutucu görmeyin: Zamanla günlük cümlelerde rastladıkça kendiliğinden oturacaktır.
5- Okuduğunuzu sesli söyleyin: Telaffuz alıştırmaları, Estonca gibi kendine has sesleri olan dillerde çok faydalı.
Bu liste, küçük bir yol haritası. Tabii ki her dilden olduğu gibi, Estoncanın da birden fazla katmanı var. Ama bir yerden başlamak için oldukça pratik.
Eston Edebiyatı ve Kültürel İfadelerde Derinleşmek
Dillerin sihiri, onları konuşan insanların öykülerinde saklıdır. İşte bu yüzden Eston edebiyatı, dilin sahip olduğu tüm incelikleri size sunar. Tallin’deki eski şehir sokaklarında gezerken rasgele bir kitabevinden aldığım tozlu bir derlemede, Eston şairlerin archaic imgelerle bezenmiş şiirlerine denk gelmiştim. Yaprakların arasında “metallerin paslandığı yerde bile mevsimler yeniden doğar” gibi dizelere rastlamak, doğanın durmaksızın yenilenişini anlatan Eston bakış açısını mükemmel şekilde yansıtıyordu. Bu durumda dil, sadece bir iletişim aracı değil; aynı zamanda kökleri toprağa ve göğe uzanan bir sanat dalı haline geliyordu.
Eston yazarlar, hikâyelerinde ve romanlarında günlük yaşamla mitolojik unsurları, doğa betimlemeleriyle tarihsel arka planı iç içe geçirirler. Mesela ormanda gezinen bir kahraman, kivineema (Eston mitolojisine dair bir yaratık) ile karşılaşabilir. Burada “taş atan ruh” gibi çevrilebilecek bir yaratık, kimi zaman masallarda göl kıyılarında görülür. Bu anlatılar, Estonya’nın tarihî ve kültürel mirasını canlı tutmanın yanı sıra, dile de mistik bir doku katar. Her kelimenin ardında bir orman, bir göl, bir rüzgâr sesi duyacağınız hissine kapılırsınız.
Bu noktada, Eston edebiyatına ulaşmak için birkaç öneri liste şeklinde paylaşmak isterim:
Toompea Yayınları’nın Eston Hikâyeleri: Farklı yazarların kısa öykülerini bir araya getiren bir seçki. (Basım yeri farklı ülkelerde çeşitlilik gösterebilir.)
Ünlü Eston şair Marie Under’ın şiir çevirileri: Her ne kadar orijinale sadık kalmak zor olsa da, Türkçe veya İngilizce çevirilerinden yola çıkarak Estoncanın ritmini sezmeye başlayabilirsiniz.
Eski Eston masallarını anlatan Rahva Lood (Halk Öyküleri) başlıklı derlemeler: Burada doğa ve insan arasındaki bağ açıkça hissedilir.
Elbette bu tür kaynakları bulmak her zaman kolay olmayabilir. Ama bulduğunuzda, sadece kelime dağarcığınızı genişletmekle kalmaz, aynı zamanda Estoncanın duygu dünyasıyla da tanışırsınız.
Estoncanın Günlük Yaşamda Kullanımı
Estonya’ya yolunuz düşerse, göreceksiniz ki teknoloji açısından gelişmiş, aynı zamanda gelenek ve modernlik dengesini kurmuş bir ülke sizi bekliyor. Örneğin taksi çağırmak ya da market alışverişi yapmak için akıllı telefonunuzdaki uygulamaları kullanırken, aynı anda sizden Tere tulemast! (Hoş geldiniz!) diye neşeyle selam alan insanlarla karşılaşabilirsiniz. Bu samimi “Hoş geldiniz” ifadesi, Eston kültürünün güler yüzlü hallerini yansıtır.
Estonlar genellikle İngilizceyi çok iyi konuşsa da, siz yine de birkaç Estonca kelime söylemeye çalıştığınızda gözlerinde bir ışıltı göreceksiniz. “Tere, kas te eesti keelt räägite?” (Merhaba, Estonca konuşuyor musunuz?) sorusunu bile sorsanız, o küçük çabanız onlar için büyük bir jest anlamına gelebilir. Çünkü dışarıdan birinin dilinizi merak ediyor olması, her zaman bir yakınlık ve saygı ifadesidir.
Günlük kullanımda işinize yarayabilecek bir maddeli örnek daha vereyim:
Market Alışverişinde:
- “Palun üks leib” (Lütfen bir somun ekmek)
- “Kui palju see maksab?” (Bu ne kadar?)
- “Kas teil on kilekott?” (Poşetiniz var mı?)
- Kafede:
- “Sooviksin kohvi, aitäh.” (Kahve istiyorum, teşekkürler.)
- “Kas teil on piima?” (Süt var mı?)
- “Arve palun.” (Hesap lütfen.)
- Otobüs veya Toplu Taşıma:
- “Kui palju maksab pilet?” (Bilet ne kadar?)
- “Kas see buss läheb Tallinna?” (Bu otobüs Tallinn’e gider mi?)
- “Peatus?” (Durak?)
Bu cümleler, büyük ihtimalle gün içinde birkaç kez kullanabileceğiniz, pratik ifadeler. Her biri aynı zamanda Estoncanın basit kelime dizilişlerine de örnek sunuyor.
Küçük Bir Parantez: Estoncadaki Bazı Ses Zorlukları
Özellikle “õ” ve “ä” seslerini çıkarmak Türkçe konuşanlar için başlangıçta biraz zor olabilir. Õ sesi, “ı” ile “ö” arası bir titreşimi anımsatır. Bir Eston arkadaşım bunu tarif ederken, “Dilinizi hafif geri çekin, boğazınızda hafif bir titreşim hissedeceksiniz,” demişti. Başta ben de ayna karşısında yüzümü buruşturup çok komik haller alıyordum. Ama yavaş yavaş dilin ve ağzın pozisyonunu çözmeye başladım. Bu süreçte bolca tekrar yapmak, kelimeleri parçalara ayırıp sesleri teker teker söylemek yardımcı oldu.
Ä sesi ise Türkçedeki “e” sesine yakın ama ağzı biraz daha açık tutarak çıkarılıyor. Mesela hästi kelimesi (“iyi” anlamında, “Hasti” diye okunabilir) bu sesi barındırıyor. Ağız formunu korumak ve doğru vurguyu yapmak, her pratikte biraz daha kolaylaşıyor.
Hafıza Defterimdeki Zenginlik
O dönemde ben, kelimeleri ve ifade kalıplarını ufak bir kareli deftere not alırdım. Aynı defterde küçük çizimler de yapardım: Orman çizimleri, kuş sesleri, Baltık Denizi dalgalarının küçük taslakları… Çünkü Estoncanın doğayla bağını her zaman yeniden hatırlamak isterdim. “Ma armastan metsa” (Ormanı seviyorum) diye, altına koca koca harflerle yazıp bir ağaç çizdiğimi anımsıyorum. Bu basit cümledeki “armastan” (seviyorum) kelimesinin telaffuzunu ilk duyduğumda, kalp atışlarım hızlanmıştı. “arm-astan” diye okunuyor ve kulağa bazen “armıstan” gibi gelebiliyor.
Benim için Estonca kelimeler, sadece birer sözcük değil; her biri ufak bir hikâye haline gelmişti. “Ma olen rõõmus” derken hissettiğim o ilk sıcaklık, “Ma olen kurb” derken yaşadığım hüzün ya da “Minu arvates…” diye başladığımda gelen o nazik tartışma kültürü… Tümü birer anıya dönüştü.
Bir dönem Eston bir edebiyat tutkunuyla tanıştım. Kendisi bana şöyle demişti: “Estonca, ormanın gölgesinde filizlenen kelimelerle örülüdür. Hepsinde toprağın, yaprağın, suyun, karın ve gökyüzünün rengi var.” Bu ifadeyle karşılaştığımda, defterime şu notu düştüm: “Dilin tadı, içindeki doğanın sesidir.” O günden beri Estonca benim için sadece bir iletişim aracı değil, ruhumu tazeleyen bir pınar gibi.
Daha Fazla Örnek ve Küçük Tüyolar
Aşağıda, Estoncada kullanışlı olabilecek bazı söz varlıklarını paylaşmak isterim. Bunları da bir maddeli liste olarak sunayım ki ihtiyaç duyduğunuzda kolayca göz atın:
Elu: Hayat
Vesi: Su
Mets: Orman
Taevas: Gökyüzü
Linn: Şehir
Meri: Deniz
Süda: Kalp
Ilm: Hava
Ilus: Güzel
Vana: Eski
Bu kelimeleri basit cümlelerde kullanabilirsiniz:
1- Elu on ilus. (Hayat güzel.)
2- Ma joon vett. (Su içiyorum.)
3- Mulle meeldib mets. (Ormanı seviyorum veya “Orman hoşuma gidiyor.”)
4- Taevas on selge. (Gökyüzü açık.)
5- See linn on vana, aga väga ilus. (Bu şehir eski, ama çok güzel.)
Her cümleyi kurdukça, Estoncayı yavaş yavaş soluyormuşum gibi hissediyordum. Ayrıca günlük konuşmalarda geçen “Mulle meeldib…” (Hoşuma gidiyor / Seviyorum) kalıbı, Estoncayı daha özgürce ifade edebilmenize kapı açar. Bu kalıp, duygularınızı nazikçe paylaşmak istediğinizde başvurabileceğiniz en sık kullanılan ifadelerden biridir.
Minik Bir Gezi Anısı: Tallinn ve Tartu
Estonya’ya ilk kez seyahat etme fırsatı bulduğumda, Tallinn’in eski şehir bölgesinde dolaşırken kulak misafiri olduğum günlük konuşmalar beni çok heyecanlandırmıştı. İnsanların “Tere!” diyerek gülümseyip birbirlerine yaklaşmaları, markette duyduğum “Head päeva!” (İyi günler!) temennileri, her seferinde Estoncayı canlı bir şekilde deneyimlememi sağladı.
Daha sonra Tartu şehrine geçtim. Burada nehir kıyısında yürüyüp, yoldan geçenlerin selamlaşıp birbirlerine “Kuidas läheb?” diye sormalarını işittim. Hafif bir yağmur yağarken, bir kafeye sığındım. Sıcak bir çay söyleyip “Aitäh!” dediğimde, garson bana kocaman bir gülümseme ile karşılık verdi: “Palun!” (Rica ederim). O birkaç saniyelik alışveriş, belki de tüm seyahatimin en sıcak anlarından biriydi. Çünkü kelimeler bir anda canlanmış, o kafenin dingin atmosferinde bambaşka bir samimiyete bürünmüştü.
Bir keresinde Tartu Üniversitesi yakınlarında bir kitapçıya girdim. Orada yaşlı bir teyze, rafların arasında dolaşırken gözüme çarpan bir Estonca hikâye kitabını incelememi tavsiye etti. “See on väga ilus lugu,” diye fısıldadı. (Bu çok güzel bir hikâye.) Eline kitabı alıp kapağını nazikçe okşadı, ardından benim gözüme baktı. Yabancı olduğumu anladığında, ağır ama tane tane bir Estonca ile kitabın konusu hakkında bana birkaç cümle kurdu. Söylediklerinin çok azını anlasam da, onun merakını ve sevgisini hissedebiliyordum. Belki de dil öğrenmenin en büyülü yanı bu: Anlamı tam kavrayamıyor olsanız bile, karşınızdaki insanın duygusunu hissedebiliyorsunuz.
Sonuç: Estonca, Bir Köprü ve Bir İçsel Yolculuk
Uzunca bir süre boyunca, Estonca benim için sadece bir hobi veya geçici merak değildi. O küçük ülkenin dilinde keşfetmek istediğim şey, sessizliğin ardında saklanan bir doğa, bir kültür ve bir incelik duygusuydu. Her kelime, her deyim, her cümlecik, beni Estonya’nın ormanlarına, göllerine, baltık meltemlerinin sesiyle çalkalanan sahillerine götürdü. Bazen defterime birkaç kelime karaladım, bazen bir Estonla kısa bir sohbet ettim; her an, içimdeki o durgun nehri biraz daha besledi.
Estonca öğrenme sürecinde yaptığım en önemli keşiflerden biri, hataların doğal ve insani olduğu gerçeğiydi. Mükemmellik beklentisi yerine, samimiyet ve doğallık dil öğrenmeyi daha keyifli hale getiriyor. Telaffuzda zorlanmam, cümleleri karıştırmam, hatta bazen komik durumlara düşmem, bana insan olduğumu ve bir dilin kapılarını çalmaya çalıştığımı hatırlattı. Ve o kapılar, tüm mütevazılığıyla aralandıkça, yepyeni öyküler ve arkadaşlıklar girdi hayatıma.
Bu yazıda, Estoncaya dair temel terimleri, kelimeleri ve ifadeleri elimden geldiğince paylaşmaya çalıştım. Biliniz ki, kelimelerin ötesinde bir coğrafya var. Sözcükler sadece kılavuzluk yapar; esas olan, kendinizi bu dilin ruhuna teslim edebilmek. Baltık kıyısında, ufka uzanmış yeşil ormanların gölgesinde bir dil yavaşça sizinle konuşur, “Ma olen rõõmus, sest sa õppida tahad,” der gibidir. (Mutluyum, çünkü öğrenmek istiyorsun.) Belki abartılı bir düş gibi gelebilir, ama insan bazen kelimelerin bir ruhu olduğunu hissediyor.
İşte Estonca, tam da bu yüzden benim için unutulmaz bir maceraya dönüştü. Bu maceranın sadece başlangıcını sizlerle paylaştım. Gerisi, satır satır, kelime kelime, durgun bir nehirde akıp gidiyor veya bir ormanda çınlayan kuş seslerine karışıyor. Ve ben, her yeni kelimede, her yeni “Tere!” selamında, o nehrin biraz daha derinleştiğini hissediyorum. Şimdilik burada noktalıyorum ama siz de kendinizi bu serüvene davet edin; belki aynı nehrin kıyısında durup suyun akışını birlikte dinleriz.
Estonyaya özgü bir sözle veda etmek istersem: “Olgu su päev täis rõõmu!” (Günün sevinçle dolsun!)
Ve küçük bir ekleme: “Olgu” bağlacı, Estoncada “olsun” gibi bir dileği ifade eder, sanki bir duanın yumuşaklığına sahiptir.
Sonuç olarak, Estonca öğrenme ya da bu dilde küçük adımlar atma fikri, size yeni ufuklar ve bakış açıları kazandırabilir. Yeter ki merakınızı canlı tutun, küçük araştırmalar yapmaktan korkmayın ve en önemlisi, içinizdeki kıvılcımı besleyin. Estonlar, genellikle ülke dışından birinin dilleriyle ilgilenmesine büyük saygı duyuyor; kaldı ki birkaç kelime bilseniz bile “Aitäh!” veya “Palun!” demeniz dahi karşınızdakini gülümsetecektir. Baltık Denizi’nin sessiz kıyılarında, ormanların sisli aydınlığında, Estonca size kucak açmaya hazır.
Şu an belki siz de benim o ilk zamanlardaki gibi “Nereden başlamalıyım?” diye düşünüyor olabilirsiniz. Cevap basit: Bir kelime, bir ifade, bir tını… Ve sonra kendinizi bırakın, o sessiz nehrin usul usul akışında, kelimelerle, seslerle, öykülerle zenginleşmeye başlayın. Dünyada keşfedilecek nice dil ve kültür var; ama Estonca gibi kendine özgü bir mücevher her zaman insanı cezbediyor. Çünkü bu dil, bir ülkenin kalbinde saklı duruyor ve her “Tere!” deyişinizde size yeni bir kapı aralıyor.
Aitäh lugemast! (Okuduğunuz için teşekkürler!)
Head päeva (İyi günler) dileklerimle...